12 Mayıs 2014

Bir meydan okuma: Demokratik İslam Kongresi

İslam ve demokrasi bağdaşır mı, çelişir mi ? Zor soru.

İslam ve demokrasi bağdaşır mı, çelişir mi ?

Zor soru.

İnananları incitmeden tartışmak gerek ve bu da zor.

Göksel (=Semavi) yasalara mutlak itaat isteyen İslam bir yanda, yurttaş iradesinden kaynaklanan yasa ve kurallar bütünü olarak tanımlanabilecek demokrasi bir yanda.

Birincisi Allah  kelamı olduğu için değiştirilemezlik ve dahası doğruluğu, yanlışlığı, haklılığı, haksızlığı tartışılmazlık taşıyor.

Öteki yurttaşların (kulların değil yurttaşların) elinden çıkma. Değiştirilir de, enine boyuna tartışılır da…

Yani çelişki daha ilk adımda başlıyor.

Batı (Avrupa demek daha doğru) bunu 160 yıl önce bir çözüme ulaştırdı. “Halkların baharı” diye adlandırılan 1848 yurttaş ayaklanmalarında hem topluca aristokrasi dediğimiz kral, prens, lord, kont, baron gibi irili ufaklı egemenler siyasal iktidardan sille tokat kovuldu, hem de kilisenin devlet üstündeki iktidar paylaşımına son verildi. Kilise, kilise duvarlarının içine sokuldu.

İslam dünyasında böylesine bir hesaplaşma yaşanmadı. Mesela Emevilerde, mesela Abbasilerde, mesela Osmanlı’da padişah (sultan, emir) hem devletin mutlak sahibi, hem Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi (Halife) olarak hem dünyevi, hem ruhani iktidarın iplerini elinde tuttu. İktidar hem siyasal önder, hem dinsel önder olarak halifenin elinde ve şahsında somutlandı.

Ulusların henüz tarih sahnesine çıkmadığı o dönemlerde doğal olarak demokrasi de bir kavram olarak bile ortada yoktu. Ancak 19. Yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve 20.yüzyıl boyunca süren ulus-devletler çağında demokrasi ve din arasındaki ilişki tartışılmaya, çözümlenmeye (=analiz edilmeye) başladı.

*    *    *

İslam dünyasında demokrasi ve islam ilişkisi (kimilerine göre çelişkisi) yakıcı tartışmalara ebelik etti; ediyor ve her iki tarafı da doyuracak bir cevap bulamadan sürdü; sürüyor…

Bu bağlamda Diyarbakır’da Cumartesi günü başlayıp, Pazar günü bir sonuç bildirgesi ile noktalanan Demokratik İslam Kongresi önemli. Cumhurbaşkanı kim olacak sorusuna “Şu olsun… Yok öteki olsun… Hayır hayır bu olsun” kör tartışmasından çok daha önemli.

Büyük çoğunluğu Ortadoğu ülkelerinden gelen ve Müslüman Kürt aydınlarının ağırlık taşıdığı kongrenin adı bile yukarıda aktarmaya çalıştığım iki kavramı bir araya getirerek bir meydan okumayı içeriyor.

Bu kadarı bile alkışa değer.

*    *    *

Yazıyı alışılmıştan çok, hem de epey çok uzatmak, sabrınızı zorlamak pahasına kongrenin sonuç  bildirgesinde yer alan üç vurguyu alıntılayacağım.

Bir: “İslam’ın temel öğretisi ve siyaset tecrübesi farklı etnik gruplara, inançlara, dinlere ve kültürlere eşit yaklaşma üzerine kuruludur. Bu kapsamda Türkiye’de başta Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezdiler olmak üzere tüm grupların hassasiyetleri gözetilerek; temel hak ve hürriyetleri Anayasal düzeyde de garanti altına alınmalıdır."

Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığında somutlanan “Sünni-Hanefi” egemenliği göz önüne alındığında, o zihniyeti yansıtan fetvalarda Müslüman olmayanları kafir, sapkın nitelemelerine alışmış kulaklarımız  bu etkili cümleyle bu kapsamda ilk kez karşılaşıyor.

İki: “Kur’an’da idareci vasıfları övülürken, hem de bir kadın yönetici üzerinden adil olma ve istişare önerilmektedir. Dolayısı ile kadının topluma eşit katılımı tüm toplumsal sorunların çözümü için vaz geçilmezdir. Kongremiz bu bilinç ve anlayışla kadınların tüm alan ve konumlarda özgün, özerk ve eşit temsiliyetini kabul etmekte ve tanımaktadır.”

Kadının mahkemede tanıklığının bile kabul edilmediği, islami miras hukukunda yeri en aşağılarda olan, erkek egemen toplumun dinsel gerekçelerini İslam’da bol bol bulabildiği bir ülkedeyiz ve ardından yukarıdaki paragraf... Benim değil ama çoğu AKP medyasında köşebaşlarını tutmuş namlı “din alimleri”nin  yerlerinden sıçradıklarını ve “Küfür bu küfür” diye naralanmaya başladıklarını görür ve duyar gibiyim… 

Üç:  Kongremiz iktidar ve devleti önceleyen Diyanet anlayışı yerine toplumu önceleyen sivil ve çoğulcu İslam anlayışını önemsemektedir. Diyanet’in din ve inançlar üzerindeki tekelini kabul etmemektedir.”

Kemalist iktidarlar bir yandan din ve devlet işlerini kesin çizgilerle ayırırken bir andan da devletin en yaygın, bütçesi en büyük kurumlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığını Cumhuriyetin kuruluşundan beri korudu ve savundu. Bu tuhaf laiklik anlayışı sürüp gitti. Devleti, Kemalistlerden devralan ve ciddiye alınır herhangi bir değişiklik yapmayan 12 yıllık AKP iktidarı da bu güçlü aracı elinden çıkarmaya yanaşmadı. Diyanet’te her zaman İslamın “Sünni-Hanefi” yorumu ağır bastı ve egemenliğini başka hiçbir inanç grubu ile paylaşmaya yanaşmadı. Kürtler arasında yaygın olan “Sünni-Şafii” kesim bile Diyanetin üvey evladı olarak algılandı ve kabullenildi.

*    *    *

Şimdi ise Demokratik İslam Kongresi’nde çok cesur bir meydan okuma ile karşı karşıyayız.

Bu Kongre’de kabul edilen görüşler, ilkeler, yorumlar özünde İslam’da bir rönesans (=Yeniden doğuş) arayışıdır.

Başarıya ulaşır mı?

Kim bilebilir ki?

Meydan okuma deyimini boş yere kullanmadım. Buna İslamın kendisi cevap verecek. Demokrasi ve İslamın çelişik değil barışık olduğu iddiası, bıktırıcı dinsel yorumlarla değil, kağıt üstünde yada vaazlarda değil, hayatın içinde sınanacak.

Zor. Çok zor bir sınav.

Bugünden söylenebilecek olan şu: Eğer bu sınav başarıyla sonuçlanırsa kazanan hem demokrasi, hem islam olacak…

İnananlar sınavın başarıya ulaşması için dua etsin. Bencileyin olanlarsa alkış tutsun…

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"